Her perşembe günü yapılan grup toplantılarının bir özeti niteliğindeki raporlar bu sayfada yer alıyor. Raporlar, konuşulan konuları ve varılan kanıları toparladığından genel bir dil kullanılmakta.

13 Eylül 2007 Perşembe

Rapor - İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu

Taner Akçam’ın İnsan Hakları ve Ermeni Sorunu İttihat ve Terakki’den Kurtuluş Savaşı’na adlı kitabını okumaya başladığımız bu haftadan izlenimler:

· Osmanlı Devleti’nde Müslümanlar kurucu ve çoğunlukta olan kesim olduğu için, gayrimüslimlere bir “hoşgörü” ve dolayısıyla “tahammül” söz konusu. Bu iki kelime de, diğerlerinin yabancılığını zaten içlerinde taşıyor. Fransız İhtilali, “Hoşgörülmüş yabancılar”ın aklına “ulus ve vatandaş” fikrini sokuyor. Böylelikle Tanzimat’a gelindiğinde, azınlıklar eşit haklara sahip vatandaş olmak talebindeler. Ancak bir taraftan da azınlık olarak yurtdışından gelen korumayı sürdürmek istiyorlar. Müslüman halk için durum daha farklı. Onlar problemlerini ve taleplerini dışarıdan yardım almadan yöneticileri ile baş başa halletmek durumundalar. Bunun nedeni de yönetici elitle aynı dini ve “ırkı” paylaşmaları.
· Bu noktada (Müslümanların da katılmadığı şeyler oluyormuş demek Osmanlı’da…) grupları toptan değerlendirmek yerine, onları oluşturan alt grupların ve bireylerin de farklılaşabileceğini bir kere daha hatırlıyoruz. Taner Akçam da, 1915 olaylarının faillerini ve kurbanlarını “Türkler” ya da “Ermeniler” olarak tanımlamaktan ziyade, belirli bir olayın belirli sorumluları ve mağdurları olarak değerlendirmeyi öneriyor. Bu da yaşananlara mesafe koyup, acıların ve suçluluk duygularının yaşam tarzımız olmasındansa, olayı analiz etmek ve insanlığın hiçbir yerinde bir daha tekrarlanmaması için gerekli.
· Bu yaklaşım Hrant Dink’in önerdiği yaklaşıma benziyor. Taner Akçam’ın da hayatı, sadece gerçek iyiler ve sadece gerçek kötüler olamayacağını söylediği için, bir zamanlar Hrant Dink’in olduğu gibi tehlikede. Hatta katılacağı uluslararası bir konferans bu tehditler nedeniyle iptal edilmiş.
· Bu tavır, 1915 olayları için yapıcı olsa da, Kürtlerin durumu için faydalı olabilir mi? Onlardan geçmişe mesafe koyup yaşananları insani çerçeveden değerlendirmeleri istenebilir mi? Anadillerinde konuşamayan, eğitim alamayan, dışlanan Kürtler'den geçmişlerine mesafe koymaları, toprak kavgasından uzaklaşmaları beklenebilir mi? Bu ancak aidiyet duygusunun sağlanması ile olabilir. Kürtlerin talep ettiklerini ne kadar alabildikleri ortadayken, aidiyet sorunu nasıl çözülecek?
· Çözüm, “aidiyet”in tanımlanmasında; toprak, din, dil, ırk gibi tutkalların bir kenara bırakılıp, düşünsel unsurların kullanılması ile sağlanabilir. Böylece kimlikler, miras kalan tanımlamalardan sıyrılıp, yeniden ve yeniden üretilmesi gereken bir hal alabilir. Bu oluşuma iyi bir örnek Avrupa Birliği ideali.
· Sınırların eritilmesi demişken, Lozan ve Sevr antlaşmaları bizim milli eğitimimizde çoğunlukla “sınır belirleme” toplantıları olarak anlatılmıştı. Halbuki, bunun ötesinde, insan haklarının da tartışıldığı bir yönü var. Dolayısıyla tüm bu anlaşmaları daha kapsamlı okumamız aydınlatıcı olabilir.
· Macchiavelli, şehir devlet durumunda bulunan İtalya’nın bütünlüğünü ister. Bunun içinde tek yetkiliyi devletin başındaki yönetici olarak önerir. Yöneticinin yaptıklarının da, amacı düşünüldüğünde fazla sorgulanmaması gerektiğini söyler. (16 yy.’ın Hümanist ortamında bu fikir oldukça enteresan olmalı) Ona göre ancak birleşme sağlandıktan sonra cumhuriyet rejimine geçilecektir. Burada da aslında devletin devamı için her şey mubah yanılsaması ortaya çıkıyor. 1915 konusunda, olaya bu çerçeveden bakmak son derece eksik ve hatalı. Diğer yandan, “O yaparsa ben de yaparım” gibi düşünceler yine bu kitap bağlamında söz konusu bile değil.
· Kimileri, “soykırım” tanımını kullanmak konusunda tereddütlü. Bunun nedeni de, bu kelimenin Nazilerin eylemlerine referans veriyor olması. Halbuki burada temel amaç bir ırkı yok etmek değil, tehlike olarak görülmeyecekleri bir sayıya indirmek ve uzaklaştırmak. Halbuki Ermenilerin sevk edildikleri yerler, (savaş bölgesi arkaları) pek de tehlikesiz yerler sayılmaz. Bir kısmımız, bu tip tanımlamalar, kelimeler, Nazilerden farklar vs. gibi konulardan konuşmaktan rahatsız. Sayılar farklı olsa da, yöntemler farklı olsa da, amaçlar farklı olsa da… Hepsinde ortak olan karanlık bir yan var ki, bu, tüm o jargon arayışını kenarda bırakıyor. Bu kelimelerin ne işe yaradıklarını düşünmeye konsantre olmakta güçlük çekiyoruz.
· Techir sırasında Almanlar da görev almış. Daha sonra Hitler’in Yahudiler, eşcinseller ve çingenelerle ilgili planlarını yerine getirirken “Bugün Ermeniler’den kim bahsediyor? dediği anlatılıyor.
· 1915 olayları kabul edilirse, alınmış olan toprakların geri verilmesi de söz konusu olabilir. Bu da o bölgede yeni acıların yaşanacağı anlamına gelecektir. Gerçi bu ihtimal bir takım yasalarla engellenmiş durumda, ama uluslararası arenada Türkiye’nin kendi çapında koyduğu yasaların ne anlamı olabilir o da ayrı bir merak konusu.
· İtilaf devletlerinin insan haklarına dair kaygıları, sömürge talepleri nedeniyle yarım yamalak kalmış. Ermeni davasının peşinden yeterince gitmemelerinin nedeni bu olabilir.
· Mustafa Kemal de, yaşananlardan İttihat ve Terakki’yi sorumlu tutarak, kendi yaptıklarıyla arasına mesafe koymuş. Aynı Osmanlı Devleti’nin kültür ve edebiyatına, yaşama alışkanlıklarına mesafe koyduğu gibi.
· Ermeniler ve Kürtler arasındaki ilişkiler nasıl gelişmiş? Ortada Hamidiye Alayları konusu var. Ancak böyle bir ortamda, yapılanları, ırksal bir düşmanlıktan ziyade, kendini kurtarmak için girişilen bazı işbirlikleri olarak tanımlamak daha doğru. http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7460

Hiç yorum yok: